Header Ads

Türkiye kesinlikle İslam devleti değildir. Yeni başlayanlar için dar'ül harp ve dar'ül İslam meselesi ve dar'ül harpte faiz...

Mehmet Fahri Sertkaya, fıkıh, dar'ül harp, türkiye dar'ül harp mi, dar'ül islam, Faiz,


Dâr-ül Harp Ne Demektir ?


Müslüman olmayan bir devletin hakimiyeti altındaki topraklar için kullanılan fıkıh terimidir.

İslam siyasi hakimiyetinin sınırları dışında kalan, yönetim ve hukuk düzeni İslam esaslarına uymayan her ülke dâr’ül-harptir.

İslam hukukçuları, devletleri tarif ve tesbit ederken dünyayı iki kısma ayırmışlar, devletin siyasi, iktisadi, idari ve hukuki düzeninin İslam esaslarına dayandığı, yasama, yürütme ve yargı yetkilerinin İslami otoritenin elinde bulunduğu ülkelere darül islam, İslam düzeninin hakim olmadığı ve bu yetkilerin müslüman otoritenin elinde bulunmadığı ülkelere de darül harp adını vermişlerdir.

"Darü'l-harp" terkibi her ne kadar ilk bakışta "kendisiyle darü’l-islam arasında savaş halinin mevcut olduğu ülke" manasını ifade ediyorsa da İslam hukuku kaynaklarında "darülislam dışındaki ülkeler" anlamında kullanılmıştır. Bir ülkenin darül harp sayılması için, o an itibari ile illa bir darül islam ülke ile harp halinde bulunması şart değildir.


Ülkemiz ve Müslümanların Yaşadığı Diğer Bazı Ülkelerin Durumu


İslam tarihi boyunca halkı ve idarecileri Müslüman olan devletler, İslam Hukuku yani “şeriat” ile yönetildiği ve aksi hiç vukuu bulmadığı için; minarelerinden ezan sesi duyulan her ülke, günümüze de halk arasında darü’l-islam olarak anılmaktadır. Oysa asıl olan, o ülkede bazı islam alametlerinin kalıp kalmadığı değil, ülkeden ne oranda müslüman yaşadığı değil, ülkenin hukuk ve yönetim şeklidir. Dolaylısıyla günümüzde birçok ülke darü’l-islam niteliğini kaybetmiştir.

İslam hukukuna göre, bir Müslüman, toplumda örnek olacak vatandaştır. Yaşadığı ülkenin kanunlarına da, İslamî ölçüler içerisinde uymak zorundadır. Her ne zaman ki beşerî/insanî kanunlar ve şer’î kanunlar çatışırsa, şeraite uymak önceliklidir.

Mesela darül harpte ya da darül islamda trafik kurallarına uymak Müslümanlar üzerine farzdır. Fakat darül harpte miras hukukunda beşerî sistem uygulanamaz. Kezâ nikah meselesi de büyük zıtlıklar içermektedir. Resmî nikah mahkemede fesh olunmakla kişi eşinden dinen boşanmış olmaz. Hükümet nikah muamelesi dinî nikahın yerine geçmediği halde, ülkemizde resmî nikah işleminden önce İslam’a göre şart olan nikah, suç sayılmaktadır. Misaller çoğaltılabilir. Vaziyet böyle iken, en meşhur ve bilinen İslam'i emirler bile yasaklanmış ve İslami yasaklar da serbest bırakılmış iken, ülkemizin darü’l-islam olamayacağı da açıktır. (Zina, evlilerin zinası, domuz eti, alkollü içkiler, eşcinsellik, çıplaklık, misyonerlik diye saymaya başlarsak, asla bir İslam ülkesinde serbest olamayacak yüzlerce şey ülkemizde serbesttir. Tam tersine olarak asla bir İslam ülkesinde yasak olamayacak şeyler Türk Ceza Kanunu'nda yasaktır. Mevcut kanunlara göre Kur'an ayetlerini okumak ve yazmak bile hakaret, vicdani baskı ve tehdit suçu teşkil etmekte ama sadece şu an için bunlara ceza verilmemektedir.)

Darü'l-harp olan yani beşerî(İlahi olmayıp insanların uydurduğu) kanunlar ile yönetilen ülkelerde şer’î kanunların bir kısmının uygulanmamasına dair Müslümanlara kolaylık sağlanmıştır.Bu emir ve yasaklar zaten uygulanmak istense dahi, beşerî sistemle yönetilir iken uygulanamazlar. Bu hüküm, dinin ya da kurallarının değişmesi değil ; Rabbimizin, İslam Hukuku uygulanmayan yerlerde yaşayan Müslümanlar için rahmet ve kolaylığıdır. Bizzat Peygamber Efendimiz (s.a.v.) sünnet-i seniyyesi ile bu hükümlere delil/kaynak teşkil etmiştir.

Dar'ül harp bir beldede, İslâm’ın temel yönetimi ile ilgili hükümlerini uygulatmaya İslâm toplumunun gücü yetmeyeceği için had cezaları düşer (Kısas hükmü uygulanmaz, zina yapan recm edilmez, hırsızlık edenin eli kesilmez, iftira atana sopa cezası verilmez v.b.) ve harbiden(aynı ülkede kendisi ile harp halinde bulunulan ve otoriteyi ele alma savaşı verilen gayri müslimden), hırsızlık, gasp gibi bir yolla ele geçirilmemiş olan kumar ve faiz alacakları müslümana mübah olur. (Dar'ül harpte, harbi hükmünde olan bir gayri müslim kendi rızası ile faizli alış verişi kabul ederse, müslüman kişiden alacağı parayı daha sonra faizi ile geri vermeye rıza gösterirse, bu alış veriş müslümana da caiz olur.)

Faiz Nedir ?


Faiz, ödünç işlemlerinde ve alışverişte karşılığı bulunmayan hakiki veya hükmi fazlalıktır.

Faiz, Arapçada ve İslam Hukukunda “ribâ” kelimesi ile ifade olunur. Ve "fazlalık . nema, artma. çoğalma; yükseğe çıkma ; serpilip gelişme" gibi anlamlara gelir.

Fıkıh literatüründe ise ribâ, borç verilen bir parayı veya malı belli bir süre sonunda belirli bir fazlalıkla. yahut borç ilişkisinden doğan ve süresinde ödenmeyen bir alacağa ek vade tanıyıp bu süreye karşılık onu fazlalıkla geri almanın veya bu şekilde alınan fazlalığın adıdır.

Faizle ilgili olarak nüzul sırasına göre Kur'an'da ilk yer alan ayetin meali şöyledir:

“İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir faiz, Allah katında artmaz. Allah'ın rızasını isteyerek verdiğiniz zekata gelince, bunu yapanlar sevaplarını ve mallarını kat kat arttıranlardır"
(Rûm suresi, ayet:39)

"Faiz yiyenler -kabirlerinden- şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden ayılışı gibi kalkacaklardır. Bu hal onların. 'Alım satım da tıpkı faiz gibidir' demeleri yüzündendir. Halbuki Allah alım satımı helal, faizi haram kılmıştır. Bundan sonra kime rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse geçmişte olan kendisinindir ve artık onun işi Allah'a kalmıştır. Kim tekrar faize dönerse, işte onlar cehennemliktir, orada devamlı kalırlar. Allah faizi tüketir (faiz karışan malın bereketini giderir), sadakaları ise bereketlendirir. Allah küfürde ve günahta ısrar eden kimseleri sevmez ...

Ey iman edenler! Allah'tan korkun. eğer gerçekten inanıyorsanız mevcut faiz alacaklarınızı terk edin. Şayet böyle yapmazsanız, Allah ve Resulü tarafından açılan savaştan haberiniz olsun. Ancak tövbe edip vazgeçerseniz ana paranız sizindir. Böylece ne haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz" (Bakara suresi, 275-279 ayetler).

"Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin; Allah'tan korkun ki kurtuluşa eresiniz" (Âl-i İmran suresi 30).


Faiz meselesinde asıl dikkat çekici nokta ise; faiz denilince maalesef akla sadece bankalara açılan mevduat hesapları ya da çekilen kredilerin gelmesidir. Oysa faiz, ödünç vermekte de, rehinde ve alışverişte de olur. Fıkıh kitaplarında faizin yetmişten fazla çeşidinin olduğu bildirilmektedir. Bunun için alış veriş ve başka sözleşme yapacak kimselerin, hangi hallerde faiz olduğunu iyice öğrenmesi gerekir. Bu bilgileri öğrenmek farz-ı ayndır. Bilmeyen kimse farkında olmadan faiz alıp verir, böylece büyük günaha girmiş olur. Haram olduğunu bilmediği için tövbe etmez

Hz. Peygamber esasta borç faiziyle hiçbir ilgisi olmadığı halde kaliteli bir hurma ile kalitesiz bir hurmayı kalitesizin miktarını fazla tutarak mübadele eden(değiş-tokuş yapan) bir sahabiye, "Katladın . riba yaptın" buyurmuştur. (Müslim)

Hayber Gazvesine katılan Ubade bin Sarnit'in rivayet ettiği hadisin meali şöyledir:

"Altına karşılık altın, gümüşe karşılık gümüş, buğdaya karşılık buğday, arpaya karşılık arpa, hurmaya karşılık hurma, tuza karşılık tuz, cinsi cinsine, birbirine eşit ve peşin olarak satılır. Malların sınıfları değişirse peşin olmak şartıyla istediğiniz gibi satın" (Müslim)

Alışveriş faiziyle ilgili hadislerden anlaşıldığına göre aynı cins para veya malların birbiriyle peşin mübadelesinde(değiş-tokuş yapılması) bedellerden birindeki fazlalık faizdir; buna fazlalık faizi denir.

Bedellerden birinin parayla alınıp satıldığı durumlar hariç bu malların birbiriyle vadeli olarak mübadelesinde de ister tek bedel ister iki bedel de vadeli olsun, yine faiz cereyan eder; cinslerin aynı veya ayrı miktarların eşit veya farklı olması durumu değiştirmez . Bu faiz türüne de veresiye faizi adı verilir.

Fazlalık faizi ise, aynı cinsten iki malın veya paranın peşin mübadelesinde bedellerden birinde bir fazlalığın bulunması halinde gerçekleşir.

Nicelik olarak ölçülebilen bu fazlalık mallar arasındaki kalite, ayar veya işçilik farkından dolayı verilse bile faiz kapsamına girmektedir.

Mesela işlenmiş bir altın, fazla miktarı işçiliğe karşılık tutularak kendisinden daha ağır bir altınla mübadele edilemez. Çünkü Hz. Peygamber, içinde altın , gümüş ve cevher bulunan bir gerdanlı¬ğın tahmini bir para (altın) karşılığında satışına izin vermemiştir. Gerdanlıktaki altınların çıkarılmasını emretmiş ve altınlar çıkarıldıktan sonra. "Altını altın karşılığında tartı ile (eşitliğe riayet ederek) mübadele edin" buyurmuştur. (Müslim)

Buna göre mesela 24 ayar 10 gram altın, 18 ayar 12 gram altınla veya 10 gramlık bir bilezik, 12 gramlık külçe altınla değiştirilse bu gram farkIarı fazlalık faizi sayılır.

Fazlalık faizi altın ve gümüşün dışında kalan malların peşin değişiminde de cereyan edebilir.

Nitekim Ebu Said ei-Hudri ve Ebu Hüreyre'den nakledilen bir hadisin meali şöyledir :

"Resülullah bir zatı Hayber'e vali göndermiş, o da kaliteli bir hurma getirmişti. Resul-i Ekrem Hazretleri ona, 'Hayber'in bütün hurmaları böyle midir?' diye sordu : O da: “Hayır ya Resülallah! Biz bunun bir ölçeğini iki ölçeğe. iki ölçeğini üç ölçeğe alıyoruz” cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, 'Öyle yapma; adî hurmayı para ile sat, sonra bu para ile kaliteli hurma al' buyurdu" (Müslim)

Karşılıklı bedeller eşit tutulmuş olsa bile vade halinde veresiye faizi doğar. Mesela 10 gr altın, vadeli 10 gr altın veya 750 gr gümüş karşılığında satılırsa veresiye faizi ortaya çıkar.

5 gr altın ödünç verilip 5gr olarak geri alınır. Fakat 5gr altın, 3 ay sonra 5gr altın ile değiştirilmek üzere verilemez.

İslam'ın izin verdiği vadeli satış türü, bedellerden birinin para olduğu muameledir.

Paralı bir muamelede; ister mal peşin, para vadeli; ister para peşin, mal vadeli olsun, alım satım caizdir.

Dar’ül harpte Faiz

İmâm-ı Âzam Ebü Hanife ve İmam Muhammed'e göre, dar’ül harpte müslümanla harbî arasında faiz muamelesi caizdir. Aynı şekilde Hanefi mezhebine göre darül islamda yapıldığında fasid kabul edilen alışveriş ve ticari muameleler, bu arada kan, domuz ve ölü hayvan eti satmak, bahis oynamak da darül harpte caizdir. (Bunların da detaylı fetvaları mevcuttur ve bahis oynayabilmesi için o müslümanın, yüzde yüz kesinlik ile kazanacağını bilmesi gerekir.)

Ancak bu türlü muamelelerde müslümanın bu işlemlerden kazançlı çıkması şartı vardır.

Dâr'ül-harpde, müslümanın, kâfirlere ödünç vererek, onlardan faiz almasının caiz olduğu bütün kitaplarda yazılıdır.

Dâr'ül-harbde, gayri müslimlerin mallarını faiz, kumar, fâsid bey’ ile almak helaldir. Bu yollarla müslümanın zarar etmesi ise, helal değildir. (Redd-ül Muhtar)

İmam-ı a’zam ve imam-ı Muhammed, “Dâr'ül-harbde, müslüman ile kâfir arasında(ki muamele) faiz olmaz(faiz sayılmaz)” buyurdu. (Mültekâ)

Dâr'ül-harbde, bir müslümanın, kazanmak şartı ile, kumar, faiz ve sigorta yolu ile, para kazanmasının caiz olduğu, (Kuduri, Cevhere, Vikâye, Hindiyye, Mebsut, Dürr-ül-muhtâr, Redd-ül-muhtâr) gibi muteber eserlerde yazılıdır. Aynı husus Mecma’ul-enhür ve Dürer’de de,”Lâ ribâ beynel müslimi vel harbiyyi fi daril harbi = Dâr-ül-harbde, müslüman ile kâfir arasında faiz yoktur” hadis-i şerifi ile bildirilmektedir. Çünkü, onların malını rızaları ile almak mubahtır. Fakat, mallarına saldırmak, zorla almak caiz değildir. Diyanet Ansiklopedisi’nin faiz maddesinde de böyle yazmaktadır.

Dâr'ül-harbde, kazanmak şartı ile, kazanacağını kesin olarak bildiği hallerde, bahse girmek, yani bir nevi kumar oynamak da caizdir.

Rum suresinde, “Rumlar, en yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Halbuki onlar, bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir.” buyrulmaktadır.

Müşriklere göre ise, bu, inanılacak şey değildi. Halbuki Allahü teâlânın vaadi mutlaka gerçekleşecekti.

Hz.Ebû Bekir, sure-i celîlenin inişinden sonra müşriklere, “Bu galibiyet, sizi sevindirmesin. Birkaç yıl sonra Roma, Farsa(iran'a) mutlaka galip gelecektir”demişti.

Müşrikler, “Bu birkaç yıl ne kadar zaman?” diye sordular. “Üç yıl” diye cevap verdi. Übeyy ibn-i Halef, “Yalan!” diyerek, on deveye Hz.Ebu Bekir ile bahse tutuştu. Hazret-i Ebu Bekir, durumu Resul-i ekreme haber verdikleri zaman, Peygamber Efendimiz, “Birkaç yıl, 3-9 yıl arası demektir, deve adedini çoğalt ve müddeti de uzat.” Buyurdular.

Hz.Ebu Bekir, Übeyy’i arayıp buldu. Übeyy, “Ne o, pişmân mı oldun?” dedi.

Hz.Ebu Bekir, “Hayır pişmân olmadım. Seninle bahsi artıralım. Yüz deve yapalım. Müddeti de dokuz yıla çıkaralım” dedi.

Übeyy, durumdan çok emindi. Romalıların hiçbir vakit, yeniden savaş edebileceklerine ihtimâl vermediği için, “Peki yüz deve, dokuz yıl olsun” dedi.

Dokuz yıl sonra, Bedir’de Müslümanlar, müşriklere Allah’ın yardımı ile gâlip geldikleri sırada, Romalılar da Farslılarla/İranlılarla, tekrar giriştikleri savaştan muzaffer olarak çıkmışlardı.

Hz.Ebu Bekir bahsi kazanmıştı. Fakat develerini bizzat Übeyy’den isteyemedi. Übeyy, Uhud’da yaralanmış ve Mekke’ye dönüşünde ölmüştü. Develeri Übeyy’in vârislerinden aldı. Bu durum müşrikleri iyiden iyiye düşündürdü. İçlerinden birçoğu, müslümanlığı kabul etti. Böylece Kur’an-ı Kerîm’in bir mucizesi daha meydana çıktı. (Medarik,Tibyan)

Mekke-i Mükerreme, o zaman İslam ülkesi olmadığı ve Hz.Ebu Bekir’in kazanması garanti olduğu için bu bahis işi caiz görülmüştü.

Bunun için İmam-ı a’zâm ile İmam-ı Muhammed’e göre, ribâ ve kumar gibi şeylere ait fâsid akidler, dâr-ül-harbde, müslümanlar ile kâfirler arasında caizdir, yapılabilir. (Mülteka)

Dâr-ül-harbde, kazanmak şartı ile bahse girmenin caiz olduğunu gösteren bir misâl daha verelim:

Meşhur bir pehlivan olan Rükâne, koyunlarının üçte birini bahse koyarak Peygamber efendimize güreş teklifinde bulundu. Resulullah efendimiz, defalarca Rükâne’yi yenip koyunların tamamını aldı. Sonra da ihsan ederek hepsini geri verdi. Rükâne müslüman oldu. (Mebsut, Mevahib-i ledünniyye, Şevahid-ün-nübüvve)

Burada mesele haramın helale döndürülmesi değil; Müslümanların kalkınmak ve kuvvetlenmek için açık her kapıdan faydalanmaya çalışılmasıdır. Zorla, kâfir dahi olsa, kimsenin malına zarar verilemez, el konulamaz, hatta izinsiz zarar vermeden bile kullanılamaz.

Asıl olan Müslümanın malını ticaret ile çoğaltmasıdır. Fakat dâr’ül harp olan bir yerde parasını muhafaza etmek için bankaya yatıran Müslümanlara, “Faizin haram olması sebebiyle getirisini alamazsınız.” demek de zulümdür. Sermayesi gayr-i Müslimlere ait bir bankada parayı terk etmek ancak o kafirlerin kalkınmasına yarar.

Üstelik bu hüküm sadece Müslüman ile zımmî yani gayr-i Müslim arasında geçerlidir.

Müslüman,Müslüman kardeşine faiz uygulayamaz. Kendisi de gayr-i Müslime faiz ödeyemez. Müslüman kardeşine yardımcı olur, kafirin kalkınmasına yardımcı olamaz.

| Mehmet Fahri Sertkayawww.AkademiDergisi.com

Blogger tarafından desteklenmektedir.